11 Ekim 2012 Perşembe

[ Seninle.. ]

tanıyınca bir hoş oldu yaşamak, ben ancak böyle çoğalırdım "Seninle"

[ acz ]

9 Ağustos 2012 Perşembe

[ Biliniyor.. ]



"Biliniyor
bizim mahsustan yaşadığımız
biliniyor
şarkıların sırası bizde
biliniyor
hayat bizden razıdır
biliniyor

otların sarardığı yerlerde güneş
kurşunun değdiği tende heves kalmıştır."

İsmet Özel

[ Halbuki.. ]


Halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
Demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
Vay ki gençtim,
Ölümle paslanmış buldum sesimi..

İsmet Özel

3 Ağustos 2012 Cuma

[ Kış güneşi.. ]


kış güneşi,
sen hiç bir rüyayı çaldın mı?
seni düşünürken birileri kar içinde
aklına geldi mi
eskiden çok sevildiğin.
yağmurlar iner ve kalkar üstümden
su döner durur bütün gün gövdemde
ne çok yaram var açıp baksana.
bugün, dün ve önceki gün
hayatın boş olduğu…
bir aşkın üstünden koskoca zaman
geçse de, senin de unutamadığın oldu mu?
sonra küçücük bir kız çocuğu
hala çok sevdiğin
mavi gözleriyle gülümsese
86’dan kalan bir fotoğraftan
o hasır oturakta.
kış güneşi,
ne çok yaram var, açıp baksana!


S. Yolgiden

29 Haziran 2012 Cuma

[ Çabucak geçer.. ]


"Tanrıya şükür her şey çabucak geçer. 
Sevgi de, 
hatta keder de. 
Nerede dün gece dökülen yaşlar? 
Geçen yıl yağan kar nerede?"

Bertolt Brecht

[ Umut, acı.. ]


bir elimizde umut 
bir elimizde sevda 
yürüyelim seninle İstanbul'da 
.
.
Gülhane'de simit satan çocuklar 
nasıl anlasınlar ellerimizin 
neden böyle çekingen olduğunu 
Ayasofya önünde tramvay bekleyenler 
gökyüzüne dokunurken bu acı 
kimdir diye sorsunlar içlerinden 
birlikte yürüyen iki yabancı 


Nurullah Genç / Yürüyelim seninle İstanbul'da

10 Haziran 2012 Pazar

[ Teslim.. ]


“Eller yukarı teslim ol.!” dedikleri, 


Dua olsa gerek. .

29 Mayıs 2012 Salı

[ Ve.. ]


"Dışarıda yağmur var 
ve gitmek için iyi bir gün.
Yağmur var 
ve her şeyi gizlemek için iyi bir gün..." 

Tarık Tufan

21 Mayıs 2012 Pazartesi

[ Ve sonra.. ]

Yarın sabah uyandığında dünyada hiçbir şey değişmemiş olacak. Her şey aynı olacak. Ve o korku, yavaş yavaş kaybolacak. Birkaç gün sonra kimsenin hiçbir şey bilmediğini anlayacaksın. Bütün olanlar, sana felaket gibi gelen her şey, her nasılsa dünyanın gözünden kaçmış olacak. Ve sonra, yeni bir insan olacaksın...

30 Nisan 2012 Pazartesi

[ Osmanlı der ki.. ]


Hayatta öyle şeyler vardır ki, nitelikleri gereğince gizli kalamazlar. En sağlam çerçeveleri bile çatlatır, en sıkı korunan sınırları bile aşarlar. Osmanlılar der ki: "Üç şey saklanamaz: Aşk, öksürük ve fakirlik."

İvo Andriç - Drina Köprüsü

27 Nisan 2012 Cuma

[ Smells Like Teen Spirit ]



[ Gel.. ]





Gel 
seninle bir daha ağlayalım...
yaşanmışlara
yaşanmamışlara
bir de, 
hiç yaşanamayacaklara...



[ 1 kere.. ]




Bir kere sevdiğinizi belli ettiniz mi? 
dünyadaki diğer tüm insanlar sizden daha fazla değer kazanır onun gözünde...


Charles Bukowski

26 Nisan 2012 Perşembe

[ )/%&/+ ]




Çık surları dolaş dedi. Dedim ben topalım. Olsun dedi, surlar da yıkık zaten...

Murat Uyurkulak- Tol


[ Hemhal.. ]




"İnsanın 
başkasına söyledikleri 
kendi duymak istedikleridir. 
Yazdıkları, 
okumak istedikleridir
Sevmesi, 
sevilmeyi istediği biçimdedir.."

16 Nisan 2012 Pazartesi

[ Seni sevdim.. ]




"-ve ben seni sevdiğim zaman
Bu şehre yağmurlar yağdı!"


A.H. Tanpınar


[ Özlem.. ]


Bazı insanlar özledim diyemez,
''Oturur bir çay daha içer..


Osman Nur

[ Sonra.. ]


Hepimizi önemli insanlar olduğumuza inandırdılar.
Sonra da çekip gittiler”.

Emrah Serbes

[ Ve nihayet.. ]


Gürültü asla değil, nitelikli sessizlikti arzumuz..


..ve nihayet, yüz de çevirdik bu halden.




Tanım[ıs]sız

14 Nisan 2012 Cumartesi

7 Nisan 2012 Cumartesi

[ Mutlu aşk yoktur.. ]

Gripin & Ahmet Koç | Sus Söyleme



[ Dünya.. ]


Dünyanın bile pire gibi kaldığı evrende çok büyüklenmemeli insanoğlu.. (=

[ Emo, Gençlik ve Bizim Gençliğimiz Üstüne ]

Hep söylüyorum, biz çocukken midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi, grip "Yatınca geçer"di, başın ağrıyorsa "Çocukların başı ağrımaz" denirdi, uykun kaçıyorsa "Oyuncaklarını düşün, güzel rüyalar görürsün" şeklinde konu halledilirdi!
Okuma yazmayı öğrenemiyorsan ya, "Tembel"din ya "Yavaştan, sağlam sağlam öğreniyor"dun! Hüzünlü bir çocuksan "Yazar olacak herhalde" derlerdi, yerinde duramıyorsan, etrafa saldırıyorsan bir tane çakarlardı, susup otururdun.
Kanaatimce pedagojinin zirve yaptığı yıllardı o yıllar.


Çünkü sonra sonra, koşup oynadıktan sonra öksüren çocuk 'astım başlangıcı', okuma yazmayı zor söküyorsa 'disleksik', hüzünlüyse 'depresif', aşırı hareketliyse 'hiperaktif' diye nitelendirilmeye başlandı ve o sinameki yetiştirilen tipsizler şimdi büyüdüler!


O kadar ilgi alaka sonrası ola ola ne oldular?
Emo!
Emo ne?
Hani beş-altı yıldır etrafta saçlarını gözlerinin tekini kapatacak şekilde öne öne tarayan, miskin görünüşlü, asık suratlı, beti benzi atmış, sıska, dar pantolonlu, converse'li, siyah ojeli ergenler var ya...


Taksim'de kaldırımlarda filan oturuyorlar.
Aha onlar Emo!
Emo kelimesinin emotional'dan (hissi) geldiği, bu yavruların pek bunalımlı pek güvensiz ve duygusal olduğu, topluma uyum sağlayamadıkları için böyle takıldıkları söyleniyor. Bizim zamanımızda punk vardı ya, onun gibi bir akım, ama bir halta yaramayanı!


HERKESİN KEYFİNİ KAÇIRDIM
Ay kıyamaam!
Zamanında, kendi ergen yıllarımda bu akım daha dünyada yokken 10 gün emo takılmışlığım vardır! Kafam neye bozuktu hatırlamıyorum ama o 10 gün, üstelik de yaz tatilinde, evin o köşesinden bu köşesine oflaya poflaya nemli gözlerle dolaştım.
Saçımı taramadım, denize gitmedim, sohbetlere katılmadım, tebessüm bile etmedim. Akşamları karabasan gibi yemek masasına çöküp herkesin keyfini kaçırdım. Bir akşamüstü, balkonda otururken annem "Ne bu surat her gün, senin derdin ne kızım aaa..." şeklinde pedagojik bir açılım yaptı.


"Sıkılıyorum... Hayat çok anlamsız" cevabımın üzerinden sanırım birkaç saniye geçmişti ki, acı ve can havliyle bir metre havaya sıçradım. Annem, her Türk annesinin uzmanı olduğu 'mıncırma' hamlesini oldukça sert ve uyarısız gerçekleştirmiş ti.


Mıncırma, malumunuz evlat artık poposuna terlikle vurulmayacak kadar büyüdüyse, ancak tekdir ile de uslanmıyor ve hakkı kötekse kullanılan, konu komşu, bitişik ev duyar ihtimaline karşı avaz avaz bağırmak yerine geçen bir terbiye şeklidir. Tercihen bel veya bacak bölgesinden bir alan seçilir, elle kavranır ve et, 180 derece çevrilir! Hemen ardından, daha acım ve şaşkınlığım hüküm sürerken, annem kısık sesle,yüzünü yüzüme yaklaştırarak : "Alırım ayağımın altına" diye başladı ve:
"Karnın tok sırtın pek! Aklını başına topla! Sıkılıyorsanda git bakkala evin alışverişini yap, sonra da gel yemek kitabından bir kurabiye pişir, akşam misafir var, hadi yallah..." şeklinde bitirdi!


NE DERDİM KALDI NE DE TASAM


Malumunuz eti mıncırılan ergen olay yerinde fazla kalamaz, mıncırandan tırstığı için kendisine yalakalık yapar, arzu ettiği aktiviteleri gerçekleştirir.
Mıncıran mutlu, mıncırılansa artık efendi bir insandır! Aynen öyle oldu. Mıncırma sonrası ne derdim kaldı ne tasam! Emo'luğum o gün bitti, bu yaşa kadar da hep mutlu mesut, uyumlu, üretken biri olarak yaşadım. Şimdinin sokakta bira içen, gelen geçenden ihtiyacı var diye değil, hayat tarzı sandığı için para dilenen, dünyanın bütün derdi sırtındaymış gibi davranıp, bunalım takılıp bir işin ucundan tutmayan emo'larının başında, bizim zamanımızın anne babaları olacaktı ki. Ohoo...
Muma dönerdi hepsi! Bir kere her şeyden önce bütün o yüzü gözü saçla kaplı eşek herifler ibir eşek tıraşına götürürlerdi, kesin!
Ülkenin gençlerine bak.


Gelecekten çok umutluyum çok.


Gülse BİRSEL

4 Nisan 2012 Çarşamba

[ Âh hemhal biraz.. ]

Demek ki bizim için muhterem, Yağmur sonrası yeismiş mukteza,
kimisine âbid, kimisine adem-i teveccüh reva.. (=

ve kimisinin bütün hakkı da, alacağı da bir hemhalden ziyade yalnızca bu anlaşılan..

..Neyse, Yağmur da durmak üzere. (=


Tanım[ıs]sız

2 Nisan 2012 Pazartesi

[ Çocuk.. ]


Hafız! Sence çocuklar
çiçeklerin koynunda uyumalıydı 
değil mi?


Ece Ayhan

1 Nisan 2012 Pazar

[ İlim.. ]



İbnü’l-Cevzî 


Okuduğu kitapların sayısının 20 bin cildi geçtiğini ifade eder. Bu zat tedrîs, telif ve fetvayla geçirdiği ömrünün bir ânını bile boşa harcamamıştır. Eser vermedik hiçbir ilim dalı bırakmamıştır. Bazısı 20 cildi bulan 340’tan fazla eseri vardır. Günde 4 defter doldurmaktaydı. Bir yılda yazdıkları 50-60 cildi bulmaktaydı. Bediüzzaman, onun için “dehşetli dahilerden, acib dehaları taşıyanlardan, meşhur allâmelerden, büyük bir muhaddis ve muhakkik” gibi sıfatları kullanmıştır.


İmâm-ı Vekî (746-812)


İmâm-I Vekî yemek yer, ekmek yemezdi. Sebebi sorulunca “Ekmeği çiğneme zamanlarında günde 50 tane âyet ve hadis öğrenirim” der, hep okurdu.


İbn-i Rüşd (1126-1198)


Eserlerİ Avrupa’da asırlarca okutulan Endülüslü büyük filozof ve bilgindir. Devamlı kitap okurdu. Kitap okumadan geçen yalnız iki gecesi vardır: Biri evlendiği, diğeri de babasının vefat ettiği gece.


Fahreddin-i Râzî (1149-1209)


Meşhur bir müfessirdir. Yemek yerken de birşey okumak ve öğrenmek isterdi, çare bulamayınca da üzülürdü. Çok defa sofraya oturduğunda bir yandan yemeğini yer, diğer yandan kitap okurdu. Evinden mescide giderken binek sırtında toplamda 300 bin talebesine ders verdiği anlatılır. Yazdığı kitapları yığsak, boyumuzu çok aşar. Sadece tefsire dair yazdığı eser (Tefsir-i Kebîr) 20 bin sayfadır. Hayatının her gününde 15-20 sayfa yazdığı kayıtlarda geçer.




Eğitim Bilim dergisi, Ekim-1998

[ (/%^+'!)(// ]





Mark Twain kendisinden çocukluğunu anlatmasını isteyen gazeteciye şu yanıtı verdi:


Ne anlatabilirim ki?..” dedi. “Biz ikiz kardeştik ve o denli birbirimize benzerdik ki, annemiz bile bizi boyunlarımıza taktığı kurdeleyle ayırt edebilirdi. Bir gün birlikte banyo yaparken birimiz boğuldu. Kurdelelerimizi de çıkartmıştık. O gün bugündür yaşayıp yaşamadığımı bilemiyorum” 

((=

30 Mart 2012 Cuma

[ I. Sus, II Sus.. ]




I.sus…
-Demir kapıyı çaldı, kimse yoktu, sesini duyuracak oldu, cesaret edemedi.
-Yalnız mıydı?
-Galiba. Çünkü, cesaret edemedi…
-Yalnız olunca cesaret olmuyor öyle mi!
- Hayır! Cesaret olmayınca, yalnızlık oluyor, böyle !


II. sus…
-Merdiven başında, ilk basamağı çıktı, elleri titriyordu, adım atamadı.
-Korkuyordu o vakit!
-Galiba. Çünkü, ayaklarına hüküm veremiyordu.
-Korku olunca hükümsüz oluyor öyle mi !
-Hayır! Hüküm olmayınca korku oluyor, böyle !


III. sus…
-Kapıyı araladı, onu bekliyordu kitaplık, masa , sandalye ve bir buket kurumuş çiçek.
-Sevildiğini bilmesi gerekiyor.
-Galiba.Çünkü beklemek ne demek biliyordu.
-Sevilmek olunca bekleniyor öyle mi!
-Hayır! Beklemek olunca sevilemiyor, böyle !


IV.sus…
-Sandalye ye oturdu, içi boş kitaplığa baktı, sonra kurumuş çiçeklere.
-Sevdiğini hatırladı tabi…
-Galiba. Çünkü çiçekler gibi hatıraları da kurumuştu.
-Sevilmek olunca hatıralar unutulmuyor öyle mi!
-Hayır ! Hatıralar arasında bir buket çiçek olunca, sevilmek olmuyor, böyle!


V. sus...
-Çiçekleri alıp çıktı, odayı terk etti, demir kapıyı çarpıp gitti.
-Yüreğinin acısına dayanamadı…
-Galiba .Çünkü gitmenin yürek yarasını biliyordu.
-Gitmek olunca yürek yaralı oluyor öyle mi !
-Hayır ! Yüreğin acı ile dolunca gitmek oluyor, böyle !


VI. sus…
-Artık bitirmeli bu sessizliği, tarihsiz takvim yaprağı eklemeli seneye.
-Düşünmek istemiyorsun öyle ise.
-Galiba.
-Takvim yaprakları tarihi, sen düşünmeyi erteliyorsun.
-Hayır ! Düşünceme tarih verdikçe, beni erteliyorum , böyle !

[ Patron.. ]



Yoruldum patron.. Yollarda yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan yoruldum.. Yanımda hiç arkadaş olmamasından bıktım...
Nereye gideceğimizi, nereden geldiğimizi söyleyecek biri..
İnsanların birbirine kötü davranmasından bıktım..
Her gün dünyada hissettiğim ve duyduğum acılardan bıktım ; Çok fazla var, sanki her an için kafama cam parçaları batıyor ; Anlıyor musun..?
Karanlıktan korkuyorum patron lütfen ışığı kapatma..

29 Mart 2012 Perşembe

[ Biliyor musun.. ]


Biliyor musun;
Köprücük kemiğini süsleyen bir kaç ben için bile sevebilirdim seni..
Neyse çay koyuyorum


Ah Muhsin Ünlü..

[ Hayat.. ]



Hayat öyle oyunlar oynuyor ki, nereye tutunsam düşüyorum.. Tam da palyaçonun dediği gibi, ağlayamadığımdan gülüyorum...


Paul Auster

27 Mart 2012 Salı

[ Bu hâl.. ]



Bir leyl ü nehar arası huzur aradık altı üstü, kışta üryan olmak değildi ki niyazımız..
...
..ve nihayet yüz de çevirdik bu halden.


[ Tanım[ıs]sız.. ]

23 Mart 2012 Cuma

[ Sername.. ]




Züleyha Yusuf'a bir mektup yazmaya başlayınca;
"Yusuf..." diye başladı
Durdu.
...
"Yusuf..." diye bitirdi
Gördü ki hitaptan öteye geçemedi
Anladı ki aşkın namesinde sernameden öte kelam yok


Ve Züleyhanın lugatında Yusuf'tan öte sözcük yok...!

20 Mart 2012 Salı

[ Sorma.. ]







gün ağarınca boynum bükülür
dalarım uzaklara gönlüm sıkılır
sorma ne haldeyim
sorma kederdeyim
sorma yangınlardayım zaman zaman
sorma utanırım 
sorma söyleyemem
sorma nöbetlerdeyim başım duman
ah bu yangın beni öldürüyor yavaş yavaş
kor kor ateşler yanıyor içimde
aşkı beni kül ediyor ..


[ Doyumsuz.. ]



Yetinmeyi bilmez insanoğlu.. (=


Sђ|мΛя|сK rumuzuyla 18 Mart'ı kutlayan gençliğin nesli tükenmedikçe, 
Çanakkale geçilmiştir usta...

.

18 Mart 2012 Pazar

[ 18 Mart.. ]



18 Mart...


Metrekareye ortalama 6 bin merminin düştüğü, 250 bin şehit verdiğimiz ve bu Aziz milletin tüm dünyaya, iman, kahramanlık, zeka ve insanlık dersi verdiği Çanakkale Zaferinin yıldönümü...
Şehitlerimizi rahmetle, minnetle ve dualarla anıyoruz...


16 Mart 2012 Cuma

[ Halepçe.. ]





Elma kokusunu sever misiniz?


Ya da şöyle sorayım.Hiç elma yerken aslında boğazınızda bir yanma hissettiniz mi?...Hayır mı? O halde size bir olay anlatayım..
...


Bundan tam 23 yıl önce,16 Mart 1988 sabahı,elma kokusuyla uyandı Halepçeliler.


Sevinçle mutfağa yöneldiler önce.Kokunun mutfaktan gelmediğini görünce camlarını açtılar.Baktılar ki koku dışarıdan daha çok hissediliyor,hemen dışarı akın ettiler merak ve heyecanla.Çıktıklarında gördüler ki herkes aynı merak ve heyecanla dışarı çıkmış.Hızlı hızlı yürümeye başladılar;kokunun kaynağını aramaya başladılar.Gittikçe şiddetlendi elma kokusu.Ama bir yandan da derilerinde bir yanma hissettiler sanki.Aldırmadılar ve yürümeye devam ettiler.Bu sefer daha hızlı…koşmaya başladı birçoğu.Ancak zamanla o yanma gittikçe şiddetlendi.Koşuyorlardı;ama yanıyorlardı da.Bu sefer de dönüp eve doğru koşmaya başladılar.Yanma iyice artıyordu.Zamanla derilerinin morarmaya ve büzülmeye başladığını gördüler korkuyla.Bir an önce suya ulaşmalılardı. Kendilerini can havliyle suya attıklarında ise bedenleri kavruldu bu sefer,asit dolu bir havuza girmişler gibi.Artık ölmüşlerdi,ölümün nereden geldiğini anlayamadan.Yanarak ölmüşlerdi,üstelik ateşsiz ve dumansızdı bu yanma…çığlıklarlabağırışlarlaçağırışlarla…Bir avuç kül oluvermişlerdi aniden,ne olduğunu anlayamadan…


Saçlarım tutuştu önce
Gözlerim yandı,kavruldu
Bir avuç kül oluverdim
Külüm havaya savruldu.”


Kimyasal zehir öyle bir şeydir ki;vücudunuza temas ettiği anda yakar sizi,nefes almak için çırpınırsınız;alamaz sınız.Deriniz büzülüp çürür.Yavaş yavaş,acı çeke çeke ölürsünüz.Öyle ki başınıza silahvurularak öldürülmeyi buna tercih edebilirsiniz.


Bu zehir de elma kokuluydu.Güzel kokulu zehir…Zekice planlanmış bir katliamdı.Hedeflerin de çocuklar vardı,geleceği hedeflemişlerdi..


En çok da çocuklar öldü Halepçe’de.Tıpkı diğer katliamlardaki gibi.Yıllar sonra ülkelerine “demokrasi” getirecek olan o uzak memleketteki adamlar,kendi memleketlerindeki o “diktatör”e hediye etmişlerdi bu elma kokulu zehri.Ölmeden önce,ölürken,yanarken Halepçelilerin attıkları çığlıkları duyamadılar o “özgürlükçü ve demokrat” adamlar.Çünkü o sırada başka ülkelerde başka hayatları mahvetmekle meşgullerdi.Başka soykırım planları vardı.


Onlardı zaten,Hiroşima’da küçük gözlü onlarca küçük çocukları yakan.Onlardı Vietnam’da yüzlercesini.,binlercesini katleden.Onlardı Ruanda’da 100 gün içinde 800 bin kişinin katledilmesini sessizce destekleyen.Duyamadılar o çığlıkları


Şimdi Halepçeli çocuklar el ele tutuşmuş Hiroşimalı,Ruandalı, Vietnamlı kardeşleriyle dünyaya barış mesajı veriyorlar,insanlığa sesleniyorlar:


Çalıyorum kapınızı
Teyze,amca bir imza ver
Çocuklar ölmesin
Şeker de yiyebilsinler...